Türkiye'de Çayın Bilinmeyen Tarihi: Kalkınma Projesiydi, 1950'lerde Popülerleşti

Türkiye'de çay tüketimi günlük hayatımızın vazgeçilmezi olsa da, bu alışkanlık aslında düşündüğümüz kadar köklü değil. İnce belli bardaklarda, tanıdık desenli tabaklarda demlenen çay, kitlelerle yakın tarihte tanışmış. Bu keyifli ritüelin geçmişine yakından bakmaya ne dersiniz?

Yayınlanma:
Türkiye'de Çayın Bilinmeyen Tarihi: Kalkınma Projesiydi, 1950'lerde Popülerleşti
Türkiye'nin Milli İçeceği Çayın Hikayesi Olağan zamanlarda, gün içinde sayısız bardak çay tüketiyoruz. Çay, hayatımızın ayrılmaz bir parçası; ince belli bardaklar, tanıdık desenli tabaklar ve demleme ritüeli her zaman bizimle. Ancak, çayın Türkiye'deki yaygınlaşma süreci, sanıldığı kadar eski değil. Çayın kitlesel olarak yetiştirilmesi, Cumhuriyet dönemiyle birlikte hayata geçirilen planlı çalışmalarla mümkün oldu. Halk arasında popülerleşmesi ise 1950'li yılları buldu. İşte Türkiye'de çayın pek bilinmeyen öyküsü. Çayın Hikayesi kitabının yazarı Esra Ansel Derinbay, Osmanlı döneminde bile çayla tanışmanın oldukça geç bir tarihe denk geldiğini belirtiyor. Derinbay, "Toplum, çayla 19. yüzyılın ikinci yarısında tanışmaya başladı. Çoğunluk kahve tüketirken, çayı daha çok saray çevresi, elit kesim ve Osmanlı'da yaşayan Batılılar tercih ediyordu" diyor. O dönemde çayı yaygınlaştırma girişimleri olsa da, bunlar başarısızlıkla sonuçlanmış. Derinbay, "Yemen'in kaybıyla birlikte kahvenin düzenli tedarik yollarının kesintiye uğraması ve yeni Cumhuriyet'in ithalata bağımlılığı azaltma hedefi, çayın önünü açan önemli faktörler oldu" şeklinde konuşuyor. Çayın ekimi ve tüketimi, Cumhuriyet ile birlikte bir kalkınma projesi haline geldi. 1924'te "Rize Vilayeti ile Borçka Kazasında Fındık-Portakal-Limon-Mandalina ve Çay Yetiştirilmesine Dair Kanun" çıkarıldı. Çay'dan Öte kitabının yazarlarından Fatma Genç, "Karadeniz bölgesi o dönemde çok yoksuldu. Çay, erken Cumhuriyet'in ruhuna uygun olarak bölgesel kalkınma aracı olarak seçildi" diyor. ÇAYIN ÜRETİM SERÜVENİ Türkiye'deki çayın tarihi üzerine kitaplar yazan Recep Koyuncu, Osmanlı döneminde iklim koşulları dikkate alınmadan yapılan başarısız yetiştirme girişimleri olduğunu belirtiyor. Ancak, ziraat mühendisi Ali Rıza Erten'in işgal döneminde Rusların Batum'da tuttuğu hava durumu raporlarına ulaşmasıyla Türkiye'de çayın kaderi değişiyor. Koyuncu, "Erten'in 1917'de yazdığı raporda, Batum'da çay yetişiyorsa, Rize'de de denenebileceğini belirttiğini" aktarıyor. Bu sayede bölgede sadece çay değil, bambu ve narenciye gibi ürünlerin de yetiştirilebileceği tespit ediliyor. Çaykur'un internet sitesinde Ali Rıza Erten, "çay konusunu bilimsel anlamda ele alıp Doğu Karadeniz kıyılarında çay yetiştirilebileceğini ilk defa ortaya koyan kişi olarak tarihe geçmiştir" şeklinde tanımlanıyor. Çayın Türkiye'de yaygınlaşmasında Zihni Derin'in de önemli bir rolü var. Fatma Genç, "Burada birçok insanın emeği var. Fakat Zihni Derin, çayın kurucu babası olarak kabul ediliyor" diyor. Zihni Derin, aslında çay işini yürütmekle görevlendirilen bir ziraat memuru. Esra Ansel Derinbay, Zihni Derin'in çay tarımındaki öncü rolünü şu sözlerle anlatıyor: "Zihni Derin, Batum'dan getirdiği çay fidelerini Rize'deki ilk çay bahçesinde ekip başarılı bir şekilde büyütüyor. İlk laboratuvarı kurdurarak iklim, toprak ve mahsulün araştırılmasına öncülük ediyor." 20'lerde kurulan çay fidanlıklarını tesis eden, fabrikaların açılmasına öncülük eden ve bu konuda yoğun çalışmalar yapan da Zihni Derin. Derinbay, aynı dönemde devletin de Karadeniz'deki halka teşvikler vererek, Türk araştırmacıları yurtdışına göndererek, yurt dışından uzmanlar ve ekipman getirerek çay üretiminin gelişmesine planlı bir şekilde destek olduğunu vurguluyor. Fatma Genç, ilk çay üretiminin asıl yükünü bölgedeki kadınların taşıdığını belirtiyor: "Karadeniz çok yoksuldu, erkekler göç ediyordu. İlk çaylıkları kuranlar da kadınlar oldu. Çayı yapmayı, dikmeyi ilk kadınlar öğrendi. Çayın yükünü kadınlar taşıdı." Ancak Genç'e göre, bölge kadınları çayın faydasını pek göremedi. O dönemde kadınların kendi adlarına banka hesapları olmadığı için, yetkili kurumların paraları eşlerin veya ağabeylerin hesabına yatırdığını söylüyor. Fatma Genç'e göre bu dönemde çay, kısmen Doğu Anadolu'da da tüketiliyordu. Burada özellikle Rusya ve İran üzerinden gelen çay içiliyordu. Ancak merkez hâlâ Rize'ydi. Daha sonra Rize'nin ilçelerine, Artvin sahiline ve oradan Türkiye'ye yayıldı. Derinbay, bu süreçte devletin "çay tarımını yalnızca ekonomik bir faaliyet değil, aynı zamanda kültürel bir kimlik inşasının parçası" olarak gördüğünü ifade ediyor. Derinbay, devletin kalkınmacı projeleriyle birlikte çayın ithal edilen bir lüks tüketim maddesi olmaktan çıktığını vurguluyor: "Cumhuriyet'in yeni vatandaşına uygun, yerli üretimle beslenen gündelik bir içeceğe dönüştüğünü söyleyebiliriz." Peki, o zamana kadar kahveyi tercih eden Türkiye, çay içmeye nasıl ikna edildi? Fatma Genç, çayın popülerleşmesi için iki ayaklı bir politika izlendiğini belirtiyor: "Biri yerli malı üretme ve tüketme kampanyaları. İkinci ayağı ise kahve ithalatının yasaklanması. Yasağın ardından çay devreye giriyor ve devlet tarafından büyük bir coşkuyla teşvik ediliyor." Peki Türkiye'de içtiğimiz çay ne kadar kaliteli? Hem Recep Koyuncu hem de Fatma Genç, Türkiye'de tüketilen çayın aslında yanlış toplandığını ve çayın en kötü kısımlarının demlenip içildiğini savunuyor. Fatma Genç, "Hindistan ve Sri Lanka gibi yoğun çay tarımının olduğu ülkelerde çayın elle toplandığını ve makbul yöntemin bu olduğunu" belirtiyor. Genç, çayın en kıymetli kısmının, iki buçuk yaprak çayı olarak bilinen üstteki filizler olduğunu hatırlatıyor. Recep Koyuncu ise, "En kaliteli çayı alabilmek için en üst kısmındaki en üst yaprağını kesip işlememiz gerekiyor. Ancak biz bütün filizleri dümdüz makaslıyoruz ve kartlaşmış yaprakları topluyoruz. Bu yüzden bugün içtiğimiz çay çok kalitesiz" diyor.

Haber Merkezi