Lozan Antlaşması: Taraflar Ve Önemi

24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesi niteliğinde. Antlaşma ile Türkiye'nin bugünkü sınırları büyük oranda çizilirken, Ankara hükümeti uluslararası meşruiyet kazandı. Kurtuluş Savaşı sonrası Mudanya Ateşkes Antlaşması'nın ardından gelen Lozan, modern tarihin önemli hukuki metinlerinden.

Yayınlanma:
Lozan Antlaşması: Taraflar Ve Önemi

24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması, modern tarihin en önemli hukuki metinlerinden biri olarak kabul ediliyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesi niteliğinde olan bu antlaşma, ülkenin bugünkü sınırlarının büyük ölçüde çizilmesini sağlamıştır. Aynı zamanda, İstanbul'daki Osmanlı yönetiminden bağımsız olarak Ankara'da kurulan hükümet, Lozan ile ilk kez uluslararası alanda meşruiyet kazanmıştır.

Lozan Antlaşması ile düzenlemeye kavuşan bazı konular bulunmaktadır. Kurtuluş Savaşı'nın ardından Ankara hükümetinin Büyük Taarruz'da elde ettiği zafer sonrası, 11 Ekim 1922'de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya, Ankara'daki TBMM hükümeti, İngiltere, Fransa ve İtalya katılmıştır. Ardından, Ankara hükümeti Ekim 1922'de toplanacak barış konferansına davet edilmiştir. Konferansın amacı, "Doğu'da savaşa son verecek bir antlaşma" yapmak olarak belirtilmiştir. Konferansa, Ankara hükümeti ile birlikte İstanbul'daki saltanat yönetiminin temsilcileri de davet edilince, TBMM 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırmıştır. Ankara hükümeti, Lozan'a İsmet İnönü önderliğindeki bir heyetle katılmıştır.

İlk tur görüşmeler, Musul'un statüsü ve kapitülasyonlar gibi konularda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. Şubat 1923'te başlayan ikinci tur görüşmelerde ise uzlaşma sağlanmış ve 24 Temmuz 1923'te antlaşma imzalanmıştır. Antlaşmaya, TBMM hükümetinin yanı sıra İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya'nın temelini oluşturan Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı imza atmıştır. Tüm tarafların iç onay süreçlerini tamamlamasının ardından, antlaşma 6 Ağustos 1924'te yürürlüğe girmiştir.

Lozan Antlaşması'nın 2023 yılında geçersiz olacağına dair iddialar zaman zaman gündeme gelmektedir. Ancak, bu antlaşma süresi olmayan, kalıcı uluslararası anlaşmalar arasında yer almaktadır. Türkiye için olduğu kadar Yunanistan için de büyük önem taşımaktadır. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'nın internet sitesinde yer alan "Yunanistan ile ilgili başlıca uluslararası antlaşmalar" listesinde de yer almaktadır. Yunanistan için Lozan, sınırlar konusundaki mevcut statükonun korunmasının anahtarını temsil etmektedir.

LOZAN ANTLAŞMASI'NA YÖNELİK ELEŞTİRİLER

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dönem dönem Lozan Antlaşması'nı eleştirmektedir. 2016 yılında yaptığı bir konuşmada, "1923'te Lozan'ı bize razı ettiler. Birileri de bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. Her şey ortada. Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da verdik" ifadelerini kullanmıştır. 2020'deki Atina ziyaretinde ise, "Peki, Lozan sadece Ege'yi mi kapsıyor? Ege'nin dışında Lozan'la ilgili hiçbir şey yok mu? Batı Trakya'daki azınlıkların hukuku yok mu? Şimdi buradaki azınlıkların hukukunu bu anlaşmayla biz nasıl teminat altına alacağız?" şeklinde konuşmuştur. Lozan Antlaşması ile ilgili eleştiriler genellikle iki temel sorun etrafında yoğunlaşmaktadır:

Ege Denizi: Ege Denizi ile ilgili sorunların başında karasuları ve kıta sahanlığı gelmektedir. Türkiye, Ege Denizi'nde karasularının genişliğinin 6 mil olduğunu belirtirken, Yunanistan uluslararası deniz hukuku kapsamında bunu 12 mile kadar çıkarma hakkı olduğunu savunmaktadır. Türkiye, Yunanistan'ın karasularını 12 mile çıkarmasının "Ege Denizi'ndeki çıkar dengelerini Türkiye'nin aleyhine orantısız bir şekilde değiştireceğini" iddia etmektedir. Ege Denizi'nde kıta sahanlığının sınırları ise henüz belirlenmiş değildir. Ayrıca, Türkiye, Yunanistan'ı Ege Denizi'nin doğusundaki adaların "silahsızlandırılmış statüsüne" aykırı davranarak Lozan Antlaşması ve diğer ilgili uluslararası hukuk düzenlemelerini ihlal etmekle suçlamaktadır.

Batı Trakya: Batı Trakya, Yunanistan'daki Gümülcine, İskeçe ve Dedeağaç şehirlerini kapsamaktadır. Bu bölgede yaklaşık 150 bin civarında Müslüman Türk azınlık yaşamaktadır. Türkiye açısından buradaki temel sorun, başmüftülüğün durumudur. Türkiye, Lozan da dahil olmak üzere bu konuyu içeren uluslararası antlaşmalara göre başmüftünün yetki alanı içindeki Müslümanların oylarıyla seçilmesi gerektiğini savunmaktadır. Ancak, Yunanistan 1985 yılına kadar seçim sistemini uygulamış olsa da, bu tarihten sonra başmüftüyü atamaya başlamıştır.

TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ VE LOZAN

Yunanistan, geçmiş yıllarda Türkiye'nin Lozan Antlaşması'yla ilgili güncelleme taleplerine tepki göstermiştir. Yunan hükümeti, sınırlardaki mevcut durumun teminatı olarak gördüğü bu antlaşmayı "müzakere edilemez" olarak kabul etmektedir. Yunanistan, Türkiye'nin 1970'li yıllardan bu yana sınırlarla ilgili mevcut statükoyu değiştirmeyi hedefleyen adımlar attığını iddia etmektedir. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'nın internet sitesinde, "1970'li yılların başında Türkiye, Yunanistan'ın egemenliği, egemenlik hakları ve yetki alanlarına yönelik tartışma yaratan ve hak iddiasında bulunan sistematik bir politika başlatmıştır" ifadesi yer almaktadır. Atina, Türkiye'nin bu politikasının "içlerinde en önemlisi Lozan Antlaşması olmak üzere uluslararası antlaşmalar tarafından sağlanan topraklarla ilgili statükoyu değiştirmeyi" amaçladığını öne sürmektedir. Yunanistan ayrıca, Ege Denizi ile ilgili kendisi açısından çözümsüz kalan tek konunun kıta sahanlığı meselesi olduğunu ve bunun da başta deniz hukuku olmak üzere uluslararası düzenlemelere uygun bir şekilde çözülmesi gerektiğini belirtmektedir.

Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'nın internet sitesinde azınlıklarla ilgili olarak şu ifadelere yer verilmektedir: "Türkiye'deki Rum azınlık ve Ekümenik Patrikhane ile ilgili son zamanlarda doğru yönde atılmış olan adımlara rağmen, hala Ankara çağdışı kalan karşılıklılık mantığına göre davranmaktadır. Türkiye, özellikle insan hakları ve dini özgürlükler (Heybeliada Ruhban Okulu'nun yeniden açılması gibi) konusundaki yükümlülüklerini yanlış bir yaklaşımla Batı Trakya'daki Yunan vatandaşı Müslümanlara yönelik politikasıyla ilişkilendirmeye devam etmektedir."

Haber Merkezi