Hukukun Üstünlüğü İle Siyasal Meşruiyet Arasında: Medusa'nın Başına Dönüşen Yargı

Prof. Dr. Doğan Soyaslan'ın Cumhuriyet gazetesindeki makalesi, 45. Asliye Hukuk Mahkemesi kararını değerlendiriyor. Abdullah Dörtlemez'in bu kısa değerlendirmesi, söz konusu kararın hukuki boyutlarına ışık tutmayı amaçlıyor.

Yayınlanma:
Hukukun Üstünlüğü İle Siyasal Meşruiyet Arasında: Medusa'nın Başına Dönüşen Yargı

09 Eylül 2025 18:18

Abdullah Dörtlemez*

08 Ağustos 2025 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Prof. Dr. Doğan Soyaslan’ın kaleme aldığı “45. Asliye Hukuk Mahkemesi kararı üzerine... 6–7 Eylül 1955 ve kültürel bellek” başlıklı yazı, seçim hukukunun temel ilkelerine dair önemli bir hatırlatma niteliğindedir. Sn. Soyaslan, birçok saygın hukukçu gibi Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) denetiminde yapılan bir seçimi iptal etme yetkisinin Asliye Hukuk Mahkemesi’ne ait olmadığını, bu yetkinin yalnızca il seçim kurulu ve görevli hâkime ait olduğunu vurgulamaktadır. Anayasa’nın 79. maddesi ve Siyasi Partiler Kanunu’nun ilgili hükümleri doğrultusunda, İstanbul il kongresinin usulüne uygun biçimde sonuçlandırıldığını belirterek, mahkeme kararının “hukuk dünyasında doğmamış” ve “yok hükmünde” olduğunu ifade etmektedir.

Bu tespitlere katılmamak mümkün değildir. Ancak eksik kalan bir yön, hukukun üstünlüğü ile siyasal meşruiyet arasındaki derinliğin yeterince ele alınmamış olmasıdır. Zira bir siyasal iktidar, açık biçimde Anayasa’ya ve Siyasi Partiler Kanunu’na aykırı bir yargı kararının uygulanmasına sessiz kalıyor, açık ya da dolaylı biçimde destek veriyorsa, bu yalnızca hukuki değil, aynı zamanda siyasal meşruiyet açısından da ciddi bir kriz yaratır.

Bu noktada, meşruiyet krizini yalnızca hukuki bir tartışma düzleminde değil, tarihsel ve mitolojik bir bağlamda da ele almayı gerekir ki akıllarda yer edebilsin!

Mitolojide Medusa, başlangıçta bir tapınağın rahibesi ve kutsal bir figürken, tanrılar arası güç savaşında kurban edilir. Athena’nın emriyle Perseus tarafından başı kesilir ve bu baş, düşmanları taşa çevirmek için bir silaha dönüştürülür.

Medusa burada halkın iradesini, kutsal olanı, dokunulmaz olanı temsil eder. Onun başının kesilmesi, meşruiyetin tanrısal değil, güç temelli yeniden tanımlanmasını simgeler. Kesilen başın bir silaha dönüşmesi ise hukukun araçsallaştırılmasını çağrıştırır. Bugün bir mahkeme kararıyla halkın seçtiği temsilcinin “hukuken yok hükmünde” ilan edilmesi, Medusa’nın başının kesilmesi kadar sembolik ve sarsıcıdır.

Anayasa’nın 79. maddesi, seçimlerin yargı denetimi altında yapılmasını ve bu denetimin yalnızca YSK tarafından yürütülmesini öngörür. Siyasi Partiler Kanunu’nun 21. maddesi ise parti içi seçimlerin il ve ilçe seçim kurullarının gözetiminde yapılmasını ve itirazların yine seçim kurulu hâkimi tarafından karara bağlanmasını düzenler. Bu süreç dışında verilen bir karar, hukuken “yok hükmünde”dir. İstanbul 35. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kongreyi iptal etmesi, seçim hukukunun dışına çıkarak “görev gaspı” anlamına gelir ve demokratik temsiliyetin temeline zarar verir.

Siyasal iktidarın bu tür bir karara karşı çözüm üretmemesi, yani Anayasa’ya ve seçim hukukuna aykırı bir sürecin hukuk aleminde sonuç doğurmasına izin vermesi:

Meşruiyet yalnızca hukuki normlara değil, kamusal rıza, adil süreç ve temsilin doğruluğu gibi hukukun ruhunu besleyen normatif ilkelere de dayanır. Hukuken yok hükmünde olan bir karar fiilen uygulamaya konulursa, bu “olgusal meşruiyet” değil, “normatif meşruiyet” i zedeler. Halkın gözünde iktidarın haklılığı sorgulanır. Meşruiyetini yalnızca seçimle değil, hukuk devleti ilkesine bağlılıkla sürdüren bir iktidar için bu durum bir krize yol açmadan çözümlenebilmelidir. Zira Anayasa’nın ihlali, yalnızca yargının değil, buna göz yuman yürütmenin de sorumluluğundadır.

*Onursal Danıştay Üyesi

6–7 Eylül 1955 ve kültürel bellek” başlıklı yazı, seçim hukukunun temel ilkelerine dair önemli bir hatırlatma niteliğindedir. Sn. Soyaslan, birçok saygın hukukçu gibi Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) denetiminde yapılan bir seçimi iptal etme yetkisinin Asliye Hukuk Mahkemesi’ne ait olmadığını, bu yetkinin yalnızca il seçim kurulu ve görevli hâkime ait olduğunu vurgulamaktadır. Anayasa’nın 79. maddesi ve Siyasi Partiler Kanunu’nun ilgili hükümleri doğrultusunda, İstanbul il kongresinin usulüne uygun biçimde sonuçlandırıldığını belirterek, mahkeme kararının “hukuk dünyasında doğmamış” ve “yok hükmünde” olduğunu ifade etmektedir.

Bu tespitlere katılmamak mümkün değildir. Ancak eksik kalan bir yön, hukukun üstünlüğü ile siyasal meşruiyet arasındaki derinliğin yeterince ele alınmamış olmasıdır. Zira bir siyasal iktidar, açık biçimde Anayasa’ya ve Siyasi Partiler Kanunu’na aykırı bir yargı kararının uygulanmasına sessiz kalıyor, açık ya da dolaylı biçimde destek veriyorsa, bu yalnızca hukuki değil, aynı zamanda siyasal meşruiyet açısından da ciddi bir kriz yaratır.

Bu noktada, meşruiyet krizini yalnızca hukuki bir tartışma düzleminde değil, tarihsel ve mitolojik bir bağlamda da ele almayı gerekir ki akıllarda yer edebilsin!

Mitolojide Medusa, başlangıçta bir tapınağın rahibesi ve kutsal bir figürken, tanrılar arası güç savaşında kurban edilir. Athena’nın emriyle Perseus tarafından başı kesilir ve bu baş, düşmanları taşa çevirmek için bir silaha dönüştürülür.

Medusa burada halkın iradesini, kutsal olanı, dokunulmaz olanı temsil eder. Onun başının kesilmesi, meşruiyetin tanrısal değil, güç temelli yeniden tanımlanmasını simgeler. Kesilen başın bir silaha dönüşmesi ise hukukun araçsallaştırılmasını çağrıştırır. Bugün bir mahkeme kararıyla halkın seçtiği temsilcinin “hukuken yok hükmünde” ilan edilmesi, Medusa’nın başının kesilmesi kadar sembolik ve sarsıcıdır.

Anayasa’nın 79. maddesi, seçimlerin yargı denetimi altında yapılmasını ve bu denetimin yalnızca YSK tarafından yürütülmesini öngörür. Siyasi Partiler Kanunu’nun 21. maddesi ise parti içi seçimlerin il ve ilçe seçim kurullarının gözetiminde yapılmasını ve itirazların yine seçim kurulu hâkimi tarafından karara bağlanmasını düzenler. Bu süreç dışında verilen bir karar, hukuken “yok hükmünde”dir. İstanbul 35. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kongreyi iptal etmesi, seçim hukukunun dışına çıkarak “görev gaspı” anlamına gelir ve demokratik temsiliyetin temeline zarar verir.

Siyasal iktidarın bu tür bir karara karşı çözüm üretmemesi, yani Anayasa’ya ve seçim hukukuna aykırı bir sürecin hukuk aleminde sonuç doğurmasına izin vermesi:

Meşruiyet yalnızca hukuki normlara değil, kamusal rıza, adil süreç ve temsilin doğruluğu gibi hukukun ruhunu besleyen normatif ilkelere de dayanır. Hukuken yok hükmünde olan bir karar fiilen uygulamaya konulursa, bu “olgusal meşruiyet” değil, “normatif meşruiyet” i zedeler. Halkın gözünde iktidarın haklılığı sorgulanır. Meşruiyetini yalnızca seçimle değil, hukuk devleti ilkesine bağlılıkla sürdüren bir iktidar için bu durum bir krize yol açmadan çözümlenebilmelidir. Zira Anayasa’nın ihlali, yalnızca yargının değil, buna göz yuman yürütmenin de sorumluluğundadır.

*Onursal Danıştay Üyesi

.

Haber Merkezi