422 Aydın'dan Faşizme Karşı Yenilenmiş Açık Mektup
Daron Acemoğlu gibi isimlerin de yer aldığı 422 bilim insanı, faşizmin küresel yükselişine karşı "Bir Asır Sonra: Faşizmin Geri Dönüşüne Karşı Yenilenmiş Açık Mektup" yayımladı. 1925'teki tarihi bildiriyi referans alan metin, ırkçı söylemler, bilim karşıtlığı ve demokratik kurumların hedef alınması gibi faşist eğilimlere karşı duruş sergiliyor.
Daron Acemoğlu, Dani Rodrik, Zehra Kabasakal Arat ve Baskın Oran gibi isimlerin de aralarında bulunduğu 422 uluslararası bilim insanı, yazar, sanatçı ve filozof, faşizmin dünya çapında yeniden yükselişine karşı ortak bir bildiri yayımladı. "Bir Asır Sonra: Faşizmin Geri Dönüşüne Karşı Yenilenmiş Açık Mektup" adını taşıyan bu metin, 1925 yılında Mussolini rejimine karşı yayımlanan tarihi bildiriyi örnek alarak, otoriterliğe karşı net bir duruş sergileme çağrısında bulunuyor.
Bildiride, günümüzdeki faşist eğilimler, "ırkçı söylemlerle beslenen aşırı milliyetçilik," "bilimsel verilerin görmezden gelinmesi," "iç düşmanların yaratılması" ve "demokratik kurumların sistematik olarak hedef alınması" gibi somut örneklerle ifade ediliyor. Bildiriyi imzalayanlar, "Faşizm hiçbir zaman tamamen yok olmadı, sadece bir süre geri planda kaldı," şeklinde uyarıda bulunuyor.
Yeni otoriter dalgaya karşı dayanışma ve harekete geçme çağrısı yapan metinde, "1925'te olduğu gibi, bizler, bilim insanları, filozoflar, yazarlar, sanatçılar ve dünya vatandaşları, faşizmin her türden yeniden canlanışını kınamak ve ona karşı direnmekle sorumluyuz. Demokrasiye değer veren herkesi harekete geçmeye davet ediyoruz," ifadeleri yer alıyor.
ÇAĞRI METNİNİN DETAYLARI
"1 Mayıs 1925'te, Mussolini'nin iktidarda olduğu dönemde, bir grup İtalyan aydın, Mussolini'nin faşist rejimini açık bir mektupla eleştirdi. Bu mektubu imzalayanlar, bilim insanları, felsefeciler, yazarlar ve sanatçılar, özgür bir toplumun temel taşları olan hukukun üstünlüğü, bireysel özgürlük ve bağımsız düşünce prensiplerinden yana, kültür, sanat ve bilimden yana olduklarını belirttiler. Faşist ideolojinin sert baskılarına karşı, büyük kişisel riskler alarak açıkça karşı çıkmaları, muhalefetin sadece mümkün olmadığını, aynı zamanda gerekli olduğunu da gösterdi. Bugün, yüz yıl sonra, faşizm tehlikesi tekrar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, bugün de aynı cesareti göstermeli ve faşizme tekrar karşı durmalıyız.
Faşizm, bir asır önce İtalya'da doğdu ve modern diktatörlüğün başlangıcını işaret etti. Kısa sürede, farklı isimler altında ancak temel özelliklerini koruyarak Avrupa'ya ve dünyaya yayıldı. İktidarı ele geçirdiği her yerde, otokrasinin hizmetinde güçler ayrılığını zayıflattı, muhalefeti şiddet kullanarak susturdu, basını kontrol altına aldı, kadın haklarının ilerlemesini durdurdu ve işçilerin ekonomik adalet mücadelelerini engelledi. Doğası gereği, bilimsel, akademik ve kültürel faaliyetlere adanmış tüm kurumları etkileyerek amaçlarını saptırdı. Yarattığı ölüm kültürü, emperyalist saldırganlığı ve soykırımcı ırkçılığı yücelterek İkinci Dünya Savaşı'nı ve Holokost'u tetikledi, on milyonlarca insanın ölümüne ve insanlığa karşı suçlara neden oldu.
Diğer yandan, faşizme ve faşist ideolojiye karşı direniş, toplumları ve uluslararası ilişkileri düzenlemenin alternatif yollarını hayal etmek için verimli bir zemin yarattı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan dünya, Birleşmiş Milletler Antlaşması, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa Birliği'nin teorik temelleri ve sömürgeciliğe karşı geliştirilen hukuki argümanlarla derin eşitsizlikleri barındırmaya devam etti. Ancak aynı zamanda, uluslararası bir hukuk düzeni kurma çabasıyla, sadece medeni ve siyasi değil, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve kültürel hakları da içeren evrensel insan haklarının korunmasına dayanan küresel demokrasi ve barışa yönelik bir umut da doğurdu.
Faşizm hiçbir zaman tamamen yok olmadı, sadece bir süre kenarda bekledi. Ancak son yirmi yılda, faşist özellikleri açıkça sergileyen yeni bir aşırı sağ hareket dalgasına şahit olduk: demokratik norm ve kurumlara saldırılar, ırkçı söylemlerle süslenmiş aşırı milliyetçilik, otoriter yönetimler ve otoriter geleneklerin kurguladığı din, cinsellik ve toplumsal cinsiyet normlarına uymayanların haklarına yönelik sistematik saldırılar. Yerleşik demokratik sistemler de dahil olmak üzere, tüm dünyada ortaya çıkan bu yeni faşist hareketler, artan eşitsizliklere ve sosyal dışlanmaya çözüm bulamayan iktidarlara karşı duyulan yaygın memnuniyetsizliğin bazı otoriter figürler tarafından kötüye kullanılması sonucudur. Bu kişiler, eski faşist senaryoya sadık kalarak, seçim başarılarını halktan alınmış sınırsız bir yetki olarak kabul ederek, ulusal ve uluslararası hukukun üstünlüğünü zayıflatmakta, yargının, basının, kültür kurumlarının, yüksek öğretimin ve bilimsel kurumların bağımsızlığını hedef almakta, hatta temel bilimsel verileri ve bilgileri yok etmeye çalışmaktadır. "Alternatif gerçekler" uydurmakta ve "iç düşmanlar" yaratmaktadırlar. Kendi otoritelerini ve ultra zengin %1'in otoritesini sağlamlaştırmak için güvenlik kaygılarını araç olarak kullanmakta ve yandaşlarına sadakat karşılığında ayrıcalıklar sunmaktadırlar.
Muhalefet gruplarının keyfi tutuklamalar, şiddet tehditleri, sınır dışı etmeler ve amansız bir dezenformasyon ve propaganda kampanyası yoluyla giderek daha fazla baskı altında tutulduğu bir süreç yaşıyoruz. Bu süreç, bazılarının sessiz kaldığı, bazılarının ise tekno-faşist heveslerini gizlemediği geleneksel ve sosyal medya patronlarının desteğiyle yürütülmektedir.
Demokrasiler elbette kusursuz değildir. Henüz yeterince kapsayıcı olmadıkları gibi, yanlış bilgilendirmeye karşı da savunmasızdırlar. Ancak, demokrasiler doğaları gereği entelektüel ve kültürel ilerleme için verimli bir zemin sunar ve bu nedenle her zaman gelişme potansiyeline sahiptir. Demokratik toplumlarda insan hakları ve özgürlükler genişleyebilir, sanat gelişebilir, bilimsel keşifler ilerleyebilir ve bilgi artabilir. Demokratik kurumlar, sosyal adaletsizliklerin ele alınması için en iyi çerçeveyi ve savaş sonrası vaat edilen çalışma, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, kültürel ve bilimsel hayata katılım ve halkların kolektif kalkınma, kendi kaderini tayin etme ve barış haklarının yerine getirilmesi için en güçlü umudu sunar. Bunlar olmazsa insanlık durağanlık, artan eşitsizlik, adaletsizlik ve felaketle karşı karşıya kalacaktır, özellikle de yeni faşist dalganın reddettiği iklim krizinin oluşturduğu varoluşsal tehdit felaketi ile.
Birbiriyle bağlantılı dünyamızda demokrasi tek başına var olamaz. Ulusal demokrasiler güçlü kurumlara ihtiyaç duyarken, uluslararası iş birliği de uluslar arasındaki ilişkileri düzenlemek için demokratik ilkelerin ve çok taraflılığın etkin bir şekilde uygulanmasına ve sağlıklı bir toplum için çoğulcu ve katılımcı süreçlere gerek duymaktadır. Hukukun üstünlüğü sınırları aşmalı ve uluslararası anlaşmalara, insan hakları sözleşmelerine ve barış paktlarına saygıyı gerçekleştirmelidir. Mevcut küresel yönetişim ve uluslararası kurumların iyileştirilmesi amaçlanmalıyken, bunların kaba güç, alışveriş ve çıkar mantığı ve askeri kuvvet ile yönetilen bir dünya lehine zayıflatılması, sömürgecilik, acı ve yıkım dönemine geri dönmek demektir.
1925'te olduğu gibi, bizler, bilim insanları, filozoflar, yazarlar, sanatçılar ve dünya vatandaşları, faşizmin her türlü biçimiyle yeniden dirilişini kınamak ve ona karşı direnmekle sorumluyuz. Demokrasiye değer veren herkesi harekete geçmeye davet ediyoruz.
Mücadele sürekli bir mücadeledir. Sesimiz, hareketlerimiz ve ilkelerimiz otoriterliğe karşı bir siper olsun. Bu mesaj, yenilenmiş bir meydan okuma bildirisi olsun."
Haber Merkezi